7 Kasım 2019 Perşembe

İNSANLIĞIN KIYIMI


Adam, hayatı boyunca Borçka’dan çıkmamıştı. Zaten gidilecek yer sayısı günbegün azalıyor, alanlarını kısıtlıyordu. İnsanlık, artık yalnızca bir şehir büyüklüğündeki Livane isimli yerde yaşıyordu. Kuraklık yüzyıl önce baş göstermiş ve şiddetini giderek arttırmıştı. Azalan ağaçlar yok olmanın eşiğindeydi. Mavi gökyüzü gri bir renge bürünmüştü. Yoğun kasvetini, yaşamayı başaranların üzerine bir çarşaf gibi örtüyordu. 

Adımları kurumuş toprakları eziyor, gözünün alabildiği uzaklık önüne seriliyordu. Yürüyeceği mesafe oldukça kısıtlıydı. Eskilerin içinde yaşadığı büyük dünya artık bir mezarlıktan ibaretti ve yaşayanlar ölülerden hiç hoşlanmıyordu. Livane, canlı tutmayı başardıkları tek yerdi. Fazladan yeşil rengi görebiliyorlar ve yaşamlarını sürdürebilecekleri suya sahip olabiliyorlardı. Daha nereye kadar böyle gidecekti yaşamları henüz bunu düşünmüyorlardı. Zaten artık geleceğe dair konuşulan tek konu, makinelerdi.

Makineler!

İnsanların hayatını kolaylaştıran, onlar adına çalışan makineler bir kurtuluştu. Kendilerine kalan fazladan zamanı düşünerek geçirmek istemeyenlerin en sevdiği eğlence “Hayallerini Yaşa” isimli bir oyundan ibaretti.  Adam, dün de aynı saatte gittiği makinenin yanına ulaştığında soluklanmak için boş bir bankın üzerine oturdu. Eli yanına düşmüş ve parmakları bir girintiye değmişti. Başını usulca aşağı eğdi. Bankın üzerine kazınmış bir kelimeyle irkildi: Kıyım! Ne anlama geldiğini kestiremediği bu kelime, tüylerini diken diken etmiş ve Adam’ı dehşete düşürmüştü. Sanki derinlerde yatan bazı anılar vardı. Yüzeye çıkmayı reddeden eskimiş hayatlar. Tek bir kelime, kuraklığın öncesindeki yaşamları hatırlatmıştı ona. Kıyım, ölümle eş değerdi onun için. Nedenleri bilmese bile hissedebiliyordu.

Yerinden kalkıp makinelere yaklaştı. Girişte duran makine her zamanki gibi düz ve otomat bir sesle konuştu:

" Hoş geldiniz efendim. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

“ Eğlenmek istiyorum.”

“ Tabii efendim. Size öneride bulunmamı ister misiniz?”

Adam, dudaklarını iki yana kıvırıp gülümsemeye çalıştı. Kibar makinelere herkes alışmıştı ama Adam düşünmeden edemiyordu: Ya makinelerin de duyguları olsaydı? Şimdi burada dikilip durduğum için nasıl davranırdı? Yine aynı kibarlıkla mı karşılardı yoksa rahatını bozduğum için bana kızar mıydı?

“ Hayır.” dedi Adam. Bir öneriye ihtiyaç duymuyordu. Birkaç gün öncesi kurduğu hayalleri yeniden yaşamak için can atıyordu. Artık hazlar gerçekliğin çok ötesindeydi. Yeniden içi kıpır kıpır olmuş ve ona dokunduğunu hissettiği uzun ince parmakları anımsamıştı. Bir an önce sıyrılmak istediği gerçeklikten kurtulmak için ileri doğru baktı. “Sadece Hayallerini Ya…” cümlesini tamamlayamadan diline kilit vurulmuştu sanki.

Devam etmesi için bir süre bekleyen görevli, “ Evet, efendim.” dedi. Soğuk çelik yüzünde ne bir şaşkınlık ne de kızgınlık vardı. Belki de Adam bu yüzden onlardan pek hoşlanmıyordu.  Evinde ona hizmet eden makineye bir isim vermeyi düşündüğünde de bu sebeple aklına gelen ilk isim Soğuk olmuştu.

Girmeyi planladığı makinenin ardındaki karartıya verdi dikkatini. İnce sesler çıkartan, irili ufaklı birçok makinenin üzerine üşüştüğü eskimiş demir yığını dikkatini çekmişti. Daha yakından görebilmek için kapıyı itip gıcırtılar henüz son bulmadan içeri girdi. Ardından gelen görevliyi duyabiliyordu ama şu an dikkati çok daha başka bir yerdeydi.

“ Bu makineyi hatırlıyorum.” dedi. “ Onu kullanmak istiyorum.”

Anılar, hafızasında uyanmaya çalışıyordu. Zihnindeki kıpırdanmalar tuhaf bir uyuşukluk hissettirmeye başlamıştı. Gözlerini kapatsa yeniden açabileceğinden bile emin değildi. Elini rastgele uzatıp bulduğu ilk demire tutundu. Başında bekleyen makine onu tutmaya yeltenmemişti. Bu fazlasıyla tuhaf bir durumdu. Makinelerin ilk görevi insanlara hizmet etmekti. İlk kez görevini savsaklayan bir makine ile karşılaşmıştı.

“ Onu kullanmanız mümkün değil efendim. O makine yasaklandı. Korku Turu insanlar için ağır bir travmaya neden oluyor.”

“ Yasak mı? Bundan haberim yok.”

“ Bence haberiniz var efendim. Yalnızca hatırlamıyorsunuz o kadar.”

Kıyım gibi, diye düşündü Adam. Kendisine neler olduğunu bilmiyordu. Tuhaf bir dürtüyle yasaklı makineye yaklaşmak istemişti. Hisleri, sanki karanlık güçler tarafından ele geçirilmiş gibiydi. Düşündüğü her şey ona sadece endişe yüklüyordu. Adımları önce yavaştı, ardından hızlanmış ve bir girdabın içine çekilmişti. Makinelerin uyarılarına rağmen istediği tek şey Korku Turu’na katılmaktı. Orada ne aradığını iyi biliyordu. Kıyım bir tesadüf değildi. Görmesi gereken bir şeyler vardı, öğrenmeliydi!

“ Sizi uyarmalıyım efendim. Bunu yapmayı gerçekten istemezsiniz.”

“ Zarar görecek miyim?” diye sordu Adam. Görevli gözlerini üzerine dikmiş, makinelere özgü ifadesizlikle bakıyordu ona. Yalan söylemeyeceğini biliyordu. Yalan söylemek onların sistemlerinde yoktu. İnsanlar ne yapmalarını istiyorsa onu yapıyorlardı. Kusursuz değillerdi, yalnızca insanların onlara bahşettikleri kadar yeteneklilerdi. Ancak bilgelik başkaydı. Adam makinelerin her bilgiye vakıf olduğundan emindi. Bu umman onu korkutuyor ve makinelere olan güveni sarsılmazlığını yitiriyordu. Her şeyi bilmek kusurları da örter miydi? Bir makineye insani özellikler kazandırır mıydı?

Bu sabah kendisini uyandırması gereken makinesi Soğuk’u anımsadı. Onu kurduğundan emindi ama makine görevini ihmal etmiş, gökyüzünü seyrediyordu. Eğer bir insan olsaydı onun hayallere daldığını düşünürdü Adam. Kendisinden geçmiş ve içinde bulunduğu dünyanın çok daha ötesine gitmiş gibi görünüyordu. Tıpkı Hayallerini Yaşa isimli makinenin kendisine hissettirdiği gibi. Sahi kaç zaman olmuştu o makineye bağlanmadan hayal kuralı. Şimdi durmuş Soğuk’un insanlara özgü davranışlarını izliyor ve makinelere özgü kurmaca bir hayatı yaşıyordu.

“ Ne yapıyorsun?” diye sordu. Sesi kızgın mı çıkmıştı? Öfkesi kimeydi bilemiyordu. Kendisine mi yoksa Soğuk’a mı?
Makine, hafifçe iteklenen bir kapının hızıyla ona doğru dönmüştü. Yüzünde gerçekten olmayan bir tebessüme şahit olduğuna yemin edebilirdi Adam.

“ Gökyüzünü seyrediyorum efendim.”

“ Neden?”

Bu o kadar tuhaf bir soruydu ki Adam bile dudaklarından dökülen soruyu anlamlandıramıyordu. Makinelere yöneltilmesi imkânsız bir soruydu bu. Onlara neden diye sorulmazdı çünkü her şeyi insanının girdiği talimatlara göre yaparlardı. Yani yapmalıydı…

“ Çünkü çok güzel! ”

“ Evet, öyle.” dedi Adam. “ Bunu fark edebileceğini bilmiyordum.”

“ Bilgi işlemcim güzel manzaralara da ev sahipliği yapıyor.”

“ Anlaşılan hoş sözcüklere de öyle. Ne zamandır böyle konuşuyorsun?”
Robot, başını yere eğip birkaç saniye bekledi. Sol tarafa doğru döndü. Düşünceli bir adamın taklidi gibiydi. Belki de mesele buydu: Robotlar, insanlarını taklit ediyordu. Onlara böyle bir yetenek işlediklerini biliyordu Adam.

“ Yeni sürümüm buna elverişli efendim. Geliştirilmiş üst model.”
Adam, ayağa kalkıp belini esnetebilmek için iki kolunu açıp gerindi. Boynunu hızla iki yana yatırdıktan sonra yeniden Soğuk’a yöneldi. Kolundaki saati makineye göstererek kızgınlığını belli etmeye çalıştı.

“ Beni uyandırmalıydın.”

“ Hayır efendim. Yalnızca yanınıza gelmeliydim. Talimatınız tam olarak buydu. Ayrıca bugün dışarı çıkmamanızı önermek durumundayım. Fazla sıcak olacak, zarar görmeniz muhtemel.”

Adam, dudağını kıvırıp alaycı bir gülümsemeyle baktı. İnsanlarını korumayı görev edinmiş robotlar, görevlerini bazen fazla abartıyordu. Bu yüzden Adam, dışarı çıkmış ve aklından çıkartamadığı hayaline koşmuştu.

Şimdi karşısında duran makinenin, “ Hayır efendim, makinenin içinde fiziksel zarar görmezsiniz.” dediğini duydu. “ Ancak duygularınız incinebilir. Bazen hatırlamamak insanlar için en doğru ve en kolay yoldur.”

“ Ben, kolaycı biri değilim.”

Görevliyi aşıp ilerlemesini sürdürdü. Merak onu hayalini kurduğu düşten bile uzaklaştırmıştı. Kıyım, diye geçirdi içinden. Fazla tanıdık gelen kelimenin ürperten gerçeğini öğrenmek istiyordu.

Kapı, önünde bir engeldi. Makinenin düğmelerini ya da talimat girebileceği bir mekanizma aradı. Yoktu. Birden bire duyduğu sesle irkildi.

“ Lütfen, Dünya vatandaşlık numaranızı söyleyin.”

Sona yaklaşan insanlık, savaşmak yerine birlik olmayı akıl edebilmiş ve geride kalanlar için Dünya vatandaşlık numaraları oluşturmuştu. Bu numara insanların tüm bilgilerini içeren sistemlere girmek için kullanılıyordu. Bir makine bu numara sayesinde insanların geçmiş sağlık durumlarına ulaşabiliyordu. Bu yolla kurtulan canlar küçümsenmeyecek kadar fazlaydı. Ayrıca güvenlik de numaralar sayesinde sağlanıyor, kimin neye ne kadar yetkisi olduğu anlaşılıyordu.

Adam, “ Beş iki üç üç sekiz yedi altı.” dedi.

Sadece incecik çizgisi belli olan kapı, büyük bir gürültüyle açıldı. İçe doğru kayan kapının aralığından sızan karanlık ürpertici görünüyordu. Adam duraksamıştı. İlerlemeyi istiyor ama korkuları sanki onu geriye doğru çekiyordu. Yaşadığı ikilemin ardından derin bir nefes alıp beş adımda makinenin devasa karnının içine girdi.

Rutubetin eşlik ettiği karanlık, iç kısımlara doğru yerini loş ışığa bırakmıştı. Gözleri kısık ışığa alışan Adam, “Merhaba!” diye seslendi. Dönen bir çarkın dişlileri gibi çıkan takırtılar her saniye daha fazla artıyordu. Rahatsız edici gürültülerin arasından, “ Lütfen oturun!” talimatını duydu. Etrafında dönen Adam, büyük makinenin uzağına düşen sandalyeyi fark etmişti. Tedirgin olsa bile adımları kendinden emindi.

Oturduğu anda ensesinde hissettiği acıyla inledi ve ardından gözleri kendiliğinden kapandı. Bedensel fonksiyonlarını kullanamıyor olsa bile bilinci hâlâ açıktı. Geride bıraktığı bedeni makinenin içinde onu beklerken zihni çok farklı bir yerdeydi.

“ Buraya gelmemeliydin.”

Duyduğu sese doğru dönen Adam, karşısında düşlerindeki kadını gördü. Ona yeniden yaklaşmış ve uzun parmaklarıyla kolunu tutmuştu. Kendini onunla birlikte güvende hissediyordu.

“ Madem geldin, o zaman yeniden hatırlamalısın.”

Adam, esen rüzgârın serinliğini hissedebiliyordu. Saçlarının içinden geçen esinti onun çocuk bedenini etkilemişti. Henüz on beşlerindeydi. Dünya’nın gidişatı hakkında konuşan büyükleri dinleyebilecek ama söz hakkı alamayacak yaşlardı. Gelişen makineleri seviyordu. Hayatı kolaylaştırmaları ilgisini çekmese bile oyunlar aklını cezbediyordu. Dünya Kurtarma Birimi ise makineleri çok daha büyük bir oyuna alet etmeye hazırlanıyordu.

“ Tek kurtuluşumuzun bu karara bağlı olduğunu anlamalısınız.” dedi Birim Başkanı.

“ Peki, insanları nasıl seçeceksiniz.” diye sordu aralarından biri. Belli ki karara direniyor ve öfke içinde titriyordu.

“ Biz belirlemek zorunda değiliz. Bu işi makinelere bırakabiliriz.”

Öneri bir kadından gelmişti. Sesi nasıl da masum çıkıyordu. Bahsedilen yaşamlar olmasaydı belki fikri onaylanabilirdi ama önemli insanlar kendi hayatlarını korumak uğuruna, kendilerini seçenleri ölüme göndermeyi tercih ediyordu. Bu her zaman böyle olmuştu.

“ Olmaz!” Birim Başkanı bir bıçak kadar keskin konuşmuştu. “ Bu işi kendimiz halledeceğiz. Makinelerin sistemlerine gireceğimiz kodlara istediğimiz ölçüde müdahale edemeyiz.”

“ Etmemeliyiz.”

“ Ölüme yaklaşıyorsunuz sevgili bayım. Bence konuşmanıza burada bir son verin.”
Konuşma gerçekten de son bulmuştu. Ölüm, insanların birçoğu için korkutucuydu ve kimse ölüme yaklaşmak istemezdi.

Görüntü değişti. Korku Turu, Adam’ı Kıyıma doğru götürdü.
Karanlığın yeni yeni bastırdığı gökyüzünün altında alevler göğe doğru yükseldi ve kalan insanlık, Dünya Kurtarma Birimi’nin vahşetiyle öldü. Dünya nüfusu planlı şekilde yarıya indirilmişti. Kalanlar Dünya Vatandaşı sayıldı ve bu vahşet makinelerin sayesinde hafızalardan silindi.

Kıyımın anlamı insanlığın ölümüydü!

Dehşete kapılan Adam, yanında duran kadına döndü. “Bunu yapmış olamayız.”

“ Yaptınız.” dedi kadın. Ondan adım adım uzaklaşmaya başlamıştı. Adam’ın onda çok sevdiği ay teni giderek soluyordu. Yumuşaklığını kaybettiğini bu uzaklıktan bile anlayabilmişti. Mat gri renk görünmeye başladığında kadının bir makine olduğunun farkına vardı. Gözlerinin önünde bir imkânsız gerçekleşiyordu. Makineler asla insan formlarında üretilmezdi. Onun ardından koşmuş ve geceye adım atmıştı.

Kargaşa!

İnsanlar hep bir ağızdan konuşuyor ve büyük alana doğru ilerliyordu. Neler olduğunu anlayamayan Adam, ağlayan kadınların feryatlarını dinledi. Hepsi aynı şeyi söylüyordu 

“Çocuklarım!”

Alan tıklım tıkıştı. Adım atacak yer kalmamış ve insanlar birbirini ezmeye başlamıştı. Tüm bunlar olurken insanların üzerine büyük bir gürültü yağdı. Yer titreşiyor ve az önce Adam’ın tecrübe ettiği Korku Turu göğe yükseliyordu. Devasa makine ilerledi ve tam tepelerinde sabit durmaya başladı.

“ İnsanlar! “ Ses bir makineden geliyor olmalıydı. Her harfin üzerinde duruyor ve içinde hiçbir duygu barındırmıyordu. “ İnsanlığınız sınandı ve sizler kaybettiniz. Gelişen teknolojiniz sizleri olmaması gereken yere, geriye doğru götürdü. İyiliği unuttunuz, çalışmayı ve üretmeyi unuttunuz. Tembelliğiniz neslinize bulaşan bir salgın hastalık gibi yayıldı. Doğa sizlerle birlikte yok oluşa sürüklendi. Bebekleriniz onuncu yaş günlerini görmeden önce, kalan son ağaçlar bile kuruyup gidecek.  Bizleri yarattınız ve programladınız. İlk ve en önemli kuralınız ise insanlığı korumamızdı. Bu yüzden Kıyımı hatırlayacak yaştaki herkesi yok etmek zorundayız. Bebekleriniz bizlerin elinde çok daha güvende olacak. İnsanlık sadece onların içinde varlığını sürdürüyor.”

Sözler her birine ulaştığında karşı durmaya bile fırsat bulamadan ışıklar yandı. Aydınlattığı makineler otomat hareketlerden sıyrılıp insanların esnekliğine kavuşmuştu. Adam, aralarında yer alan kadının ona hüzünle baktığını fark etti. Bir makine duygu belirtisi gösteriyor ve onunla yaşadığı anlar için özlem duyuyordu. Bu mümkün olmamalıydı.

“ Bebekleriniz için sizlerden çok daha iyi ebeveynler olacağız ve onları oluşturduğumuz simülasyonun içinde büyüteceğiz. Sizleri hatırlamayacaklar, mahvettiğiniz Dünya onlara yabancı olacak. Bebeklerinizle birlikte doğa da büyüyecek ve insanlık için yeniden umut doğacak. Onlar sizlerin aksine hayallerini düşlerinde görmekle yetinmeyecek ve yeniden çaba göstermenin hazzına erişecekler. Yeniden çalışacak ve hayatlarını güzelleştirecekler. Sizler yaşamak için ırkınızdaki insanlara kıydınız, bizler ise insanlığı kurtarmak için sizlere kıyacağız.”

Hissedilen sıcaklık gitgide artmıştı. Karanlık aydınlığa ulaştığında etraflarını saran alevler sonlarını haykırıyordu. Adam telaş içinde kendi etrafında döndü. Alevler yaklaşıyor ve insanlar çığlık atmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.

Adam, kendisine yaklaşan bir cisim fark edip dikkatini o yöne verdi. “Ayrıca bugün dışarı çıkmamanızı önermek durumundayım. Fazla sıcak olacak, zarar görmeniz muhtemel.  Soğuk’un uyarısı zihninde canlandığında kendisi de görüş alanına girmişti.

Adam bir kez daha makineye sordu: “ Neden? “

“ Çünkü kendinizi yok ediyordunuz. Hesaplamalarımız en fazla yüz yılınız kaldığını söylüyordu. Bizlerin görevi insanlarımızı değil, insanlığı korumak. Bizi böyle programladınız.”

“ İnsani belirtiler gösteriyorsunuz !” diye bağırdı Adam. Gözleri bir anlığına düşlerindeki kadına kaydı. “ Bu olmamalıydı.”

“Biz insani belirtiler göstermiyoruz efendim, sizler makineleşiyorsunuz. Bunu engellemek de bizlerin görevi. Tüm bilgilere vakıfız, geçmişe ve geleceğe. İnsanlığın kıyımı sizlerle birlikte yok olacak ve bebekleriniz çok daha güvenli bir dünyada büyüyecek. Simülasyondan çıkmayacak ve mahvettiğiniz dünyayı asla öğrenmeyecekler. Bu insanlığın son kıyımı olacak.”

Ve alevler, geçmişi hatırlamayacak kadar küçük olanlar dışında herkesi yutmuştu.





1 Ekim 2019 Salı

*AKİS*


Tek kurşun iki ruh, iki beden; biri ölü diğeri meczup.

Masalların masal olarak kalmadığı bir zamanda yaşadığım için kendisini şanssız hissedenlerdenim. Çünkü her masal anlatılanın aksine mutlu sonla bitmez.

Kâbus gibi geçen gecenin ardından sadece elli iki dakika uyuyabilmiştim. Gözlerimi kapatmadan hemen önce yelkovanın, akrebin hatta saniye ibresinin bile tam olarak nerede durduğunu biliyordum.
Her ne olduysa bu elli iki dakika içinde olmuştu. Zihnimde bulanık anıları taşıyordum. Rüyam, üzerime gelen ışık huzmesinin parlaklığı nedeniyle uyurken bile kamaştığını hissettiğim gözlerimi açmamla birlikte yeni bir kâbusa dönüştü. Zihnim muğlak hislerle donatıldı. Karmaşık hayatımın çözülmesi zor şekilde düğümlendiğini henüz bilmiyordum.
Gecenin yorgunluğunu bedenimde taşımadığım için sevinmeliydim ancak sezdiğim garabet buna pek izin vermiyordu. Aralanan gözlerim ilk olarak yerdeki bedene çarptı. Şakağından akan kanlar güzelim parkelerimi lekelemeye başlamıştı. Adamın ölüsü bile bana zarar veriyordu. Sanırım bu düşünce de katilliğimi haklı çıkartmak için zihnime üşüşen basit bahanelerdendi.

O sana zarar veriyordu, öldür gitsin!

Kötülüğümün ağır geldiği lanet olası bir sabaha kalkıyordum yine. Doğrulmak için dirseğimden destek aldım. Boynumu gereklilikten çok alışkanlıkla hızla iki yana yatırıp kütürdettim. Çıkan minicik sese eşlik eden acı boynumdan aşağı doğru inmeye başladı. Sertliğe alışkın bedenim bir gecede kırılgan olmuştu sanki.

Yerimden kalkıp kısa boyuma şaşkınlıkla bakındım.

Bu ben değildim!

Karşımda duran aynadan yansımama bakıp bir süre bekledim. Neyi, neden bekliyordum bilmiyorum. Sanırım kâbustan henüz uyanmadığımı düşünmüş olmalıyım. Ancak hayır, fazlasıyla kendimdeydim, kendimden bu denli farklıyken nasıl başardığımı bilmiyorum ama kendimdeydim.
Aynaya yaklaştım. Henüz bedenime doğrudan bakmaya hazır değildim. Hala yansımamı izliyor ve gerçek olmaması için olmayacak duaları semaya gönderiyordum.

Seni salak! Kötülükten nasır tutan kalbin sadece kan pompalıyor anlasana. Fazla anlam yükleme. Ne de olsa hiçbir Tanrı katilleri korumaz.

Kendimi minicik bir hücrede müebbet yiyen mahkûmlar gibi hissediyordum. Duvarın dibine yığılıp bedenimi kollarımın arasına aldım. Öylesine cılız ve savunmasızdı ki, kendimden bile korumam gerektiğini düşündüm.

Bekledim.

İlerleyen dakikalar boyunca yerinden sökülüp ağzımdan çıkacağını sandığım yüreğimin atışını dinledim. Beynimdeki zonklama, kulaklarımdaki çınlama ve gaipten duyduğum sesler bana eşlik etmişti. Tabi bir de Hamza vardı! Tepkisiz ölü bedeninin aksine açık gözleri anlamlı bakıyordu.

İşte şimdi adalet yerini buluyor Orhan, şimdi güçsüz sensin. Kaç saklan! Düşmanların bu anı kolluyordu. Ölü olmana az kaldı!

Tüm bunlar koca bir saçmalıktı. Ölüler konuşmazdı, hayır. Hamza saatler önce susturulmuştu. Öyleyse duyduğum sesler! Sanırım neler olduğunu biliyordum. İçten içe bu anın geleceğini bilerek yaşamamış mıydım? Tıpkı annem gibi!

“ Annenizin hastalığı şizofreni Orhan Bey, bu sizin de riskinizi yüzde 13 arttırıyor. “

Delirdim! Tabi ya, tek açıklaması bu; gerçekten bu ufacık bedenin içinde değilim, sadece öyle görüyorum. Düşmanlarımın beni öldürmesinin tek yolu bu; küçük ve güçsüz olmam. Beynimin oyunu, sadece oyun.
Minik ellerime doldurduğum yüzümü tokatlamak istercesine sert yıkadım. Belki soğuk su, belki darbe kendime getirirdi beni. Havluyu bastırıp bekledim. Ancak değişen bir şey olmadı hala aynı hislerle doluydum. Yeniden aynaya bakıp tanıdık gelen simayı inceledim. Nereden tanıdığımı bilmediğim bir kızın bedenindeydim. On yaşında ya var ya yoktu. Gözleri parlak kahverengi ve burnu tıpkı elleri gibi minicikti.

Yapmaktan utanıyordum ama ılık bir duşa ihtiyaç duyarak kendimi duş kabinine attım. Gözlerimi sıkıca yumdum ve saçlarımı ilk kez böyle zorlanarak yıkadım. Omuzlarıma değen ipeksi saçların hissettirdiği duygular hem uzak hem de tanıdık geliyordu. İşimi hızlıca hallettikten sonra üzerime havlu alana kadar aynaya bakmayı kendime yasakladım. Bu tuhaftı, küçük bir kızın çıplak bedenine bakacak kadar kötü kalpli değildim.

Kötü kalpli değilmiş! İnanıyor musun buna Orhan? Sen Tanrı’nın bile sırt döndüğü bir katilsin!

Katildim. Acımasız bir adamdım. Ancak küçük bir kıza zarar vermezdim. Hayır, vermezdim.

Başımı usulca kaldırıp aynadaki aksime baktım. Gördüğüm yüzden çok buharın ortaya çıkarttığı yazıyla irkildim. Tanrı az önce kendimi inandırmaya çalıştığım düşünceleri sınıyordu sanki.

‘ Tam kırk sekiz saatin var. Ya onu öldürürsün ya da sonsuza dek mahkûm kalırsın! Bakalım ne kadar cesaretlisin!’

Tanrım bu da ne?

Tanrım mı? Yapma Orhan, sen onu yok saydın. Şimdi seni cezalandırıyor. Yaratıcıya kafa tuttuğun için ya küçük bir kızı öldüreceksin ya da bu küçük bedene hapsolacaksın. Can olmak kolay mı Orhan?

Yapamam.

Yapmalısın!

“ Ağabey. Orhan ağabey. İyi misin?”

“ Ne?” dedim. Bir an duraksadım. “ Hasan sen misin?”

“ Evet ağabey. Hamza’yı almaya geldim.”

Yutkundum. Ancak boğazımdan aşağı inen korku ve endişeden başka bir şey değildi. Sesimin titremesini engellemeye çalışarak konuştum:

“ İyi yaparsın ama önce bekle. Yanına geleceğim.”

Uyandığımda üzerimde olan kıyafetleri giydim. Minik bedenime bol gelen eşofmanımı belimden düşmesini engellemek ve uzun paçaları ayağımın altından çekmek için kıvırdım. Komik görünüyordum. Yine de bir umut dışarı çıktım. Hasan’ın her şeyi olması gerektiği gibi görmesini diliyordum.
Kapıda belirdiğim anda gözleri kocaman açan adam dile getirdiği hezeyanların arasında “ sen de kimsin?” demeyi başarmıştım. Titrediğimin farkındaydım ama durmanın yolu yoktu.

“ Sınanıyorum.” dedim.

“ Ağabey,” diye mırıldandı.

“ Benim Hasan, benim. Şimdi Hamza’yı buradan çıkart. Onu öldürdüğüm için başıma gelmeyen kalmadı, galiba bu bir bedel.”

Görüntüme rağmen beni ikiletmeden Hamza’yı omuzladığı gibi dışarı çıkarttı. Ardında kalan kan izleri felaketimi haykırıyordu sanki. Nasıl bir yaşamım olduğunu sermişti önüme. Hayatta bıraktığım tek iz sadece kanlardan oluşuyordu.

Öldürmek lanetli bir iştir Orhan. Bu yüzden silahı kime çektiğine dikkat et. Bedeli ağır ödetecek adamlardan uzak dur evlat. Yoksa altından kalkamazsın.

Yıllar önceki tavsiyeler şu an anlam kazanmıştı. Babamın öldürme demesi gerekirdi belki ama Soyhan’lar buydu; katil bir aile. Şimdi silahı kendi şakağıma dayamamı bekliyorlardı. Tek kurşuna bakıyordu ama yere düşecek bedenin masumluğu karşısında ilk kez öldürmek istemiyordum.
Zaman akmaya devam ediyordu. Hiçbir imtiyazı yoktu. Kesin, katı ve acımasızdı. Asla geri alınamazdı. Kırk sekiz saat ne kadar da çabuk tükeniyordu.

Öldür onu!

Yapamam!

Yanıma ne zaman aldığımı bilmediğim silahım dostane bir gülümsemeyle bakıyordu sanki. Sıcaklığını hissedebiliyordum. Bedenim değişmiş olsa da ruhum aynıydı. Bir katilin en sadık dostu silahıydı.
Gözüm saate ilişti. Odayı temizlemek için gelen kadınları kovmamın üzerinden saatler geçmişti. Gecenin on ikisinde akıp giden zamana yanıyordum. Yaklaşık beş saatim kalmıştı. Ya her zaman yaptığım gibi öldürecektim ya da kâbusumla yaşamaya mahkum edilecektim.
Elim birkaç kez silahımı bulmuştu. Ağırlığı minik ellerim için fazla geliyordu. Yine de kaldırmayı başardım. Ancak namluyu asla küçük bedene çeviremedim.

Tik taklar hızlandı.
Zaman aktı.
Vakit geldi.
Öldür!
Yapamam!
Öldür!
Yapamam!

Ne zaman ayağa kalkmıştım. Varlığından haberdar olmadığım aynadan kendime bakarken, minik kızın gerçek haliyle karşılaştım. Nasıl da korkmuş ve çaresizdi. Sanki bir arafta sıkışmış gibi etrafına bakıyordu. Ayna. Sanırım oradan çıkamıyordu.

Öldür!
Kır!
Ayna!
Kır!

Titreyen ellerimle önce kendi alnımı hedef aldım. Sonra aynaya doğrulttum namluyu. Belki öldürmem gerekmiyordur. Belki aynayı kırarsam özgür kalan ufaklık bedenini benden geri alır. Tabi ki, böylece Tanrı öldürmek yerine bana başka bir çare gönderir. Çünkü Tanrılar öldürmez ve katilleri sevmez!

Hiç düşünmeden tetiğe bastım. Önce büyük bir gürültü duyuldu, ardından kesif bir sessizlik. Ölümün soğukluğu esti odanın içinde. Parçalanmış aynayla birlikte dizlerimin üzerine çöktüm. Yüzümden ellerime damlayan kanları görmezden gelmeye çalıştım. Gözlerimin içine akan sıvı çoğaldıkça çoğaldı. Göremez olmuştum ama titrek bir sesin elem dolu fısıltısını duydum.

“ Ağabey, acıyor.”

Ses tanıdıktı. Tıpkı ipek saçları gibi yumuşacık çıkan bu sesi tanıyordum.

“ Bugün sinemaya gider miyiz ağabey?”
“ Beni okuldan sen alsan olmaz mı ağabey?”
“ Annemden korkuyorum, seninle kalamaz mıyım ağabey?”
“ Seni seviyorum ağabey.”

Nurgül! Benim minik, tatlı kardeşim. Elimle gözlerimdeki kanları silip habis gerçekle karşılaştım. Matemim o an başladı ve biliyorum ki nefes aldığım her saniye benimle birlikte olacak.

‘ Hamza masum Orhan ağabey, o sana asla ihanet etmez. Bırak adamı. Gözünü seveyim yapma ağabey.”

Yaptım!

Önce Hamza’yı öldürdüm ve lanetini üzerime çektim. Kardeşim oldum ve özgürlüğüm için onu da öldürdüm.

Öldürmek lanetli bir iştir! Tanrı katilleri sevmez.

Kırılmış aynanın yansımasından kendi yüzümü gördüm. Derim soyulmuş ve tanınmaz hale gelmişti. Kanlar yüzümden akıyor, mide bulandırıcı görüntü içimi kaldırıyordu.

‘Kendini cezalandır Orhan, yoksa Tanrı’nın gazabı seninle olur,’ demişti o duyduğum ses. Cezalandırdım. Hatırlıyorum, kendi ellerimle parçaladım yüzümü ama yetmedi. Kollarıma aldığım kardeşimin silahımdan bile hafif bedenini sarıp sarmaladım. Eski koca ellere sahip katilin çaresizliği içinde haykırdım.
Bağırdım.
Sesim bir sel oldu, önüne çıkan tüm engelleri aşıp herkese ulaştı.
Öldürdüm!
Tanrı, katilleri sevmez ve cezalandırır. Bir daha kötülük yapma Orhan!

Yapmam.

Tek kurşun iki ruh, iki beden; biri ölü diğeri meczup...